2.’LİK ÖDÜLÜ:    

Gerekçesi:  Kurgusunun özgünlüğü, metaforik anlatım ve betimlemelerinin etkileyiciliği nedeniyle  

   

DENİZ BİLGE BAYKAN 

 

 

 

 

SÖYLENTİ 

 

Her gece bir orman tarafından ziyaret edilen bir adam varmış, öyle der ahali. 

Her karanlıkta, her gölgede bir pişmanlık gibi ele geçirirmiş onu dallar, ruhunu ve bedenini kendine düşman yapar. 

Bazı geceler reçelin etrafındaki karıncalar gibi istekli ve öylesine atılganmış, fakat bazı geceler de bir akbabanın öldürücü sabrına sahipmiş o orman. Adamın zihni tamamen ölene kadar dört dönermiş üzerinde.  

Bir de bir kasaba varmış, öyle der ahali. Haritada olan ama bir gün her şeyiyle duman olup birkaç buluta karışsa kimsenin fark etmeyeceği bir kasaba. Herkesin birbirinin işine burnunu soktuğu, ama kimsenin birbirini umursamadığı bir yermiş. Yeri, dağların ortası, bir ormanın tam yanıymış ama herhangi bir manzaradan yoksunmuş. Öyle ki, sokakları bakımlıymış bakımlı olmasına, özenle döşenmiş kaldırımlar zamanında ama römorklar içinde cezaevinden birkaç kamu hizmeti cezalısı gelmedikçe pislik içinde dururmuş her yer.  

Bir de adam varmış elbet… Huzura açlıktan kendi beynini kemirmeye bir arpa boyu yolu kalmış bir adam sadece. Kendi hariç her şeyin farkında bir adam, kendi dahil kimseye yardım etmeyen ve kendine de diğerlerine de hiçbir yararı dokunmayan bir adammış… En azından, öyle der ahali. 

‘’Sen iyi misin?’’ demişti kadın ona; o tatlı endişesi dudağının her köşesinden akarak, ellerini kalbine elektrik çarptıracak kadar tutarken. Adamın gözlerini küstahça ve arsızca kendininmiş gibi sahiplenirmiş bu kadın, varlığı adamı pervasızca sarhoş edermiş.  

‘’Sen deli misin!?’’ demişti sonra ona. Dudakları tanrının gazabı bir şimşekti sanki; böyle bakış, ışık, aşk ne bulursa yarıya böleninden. Bu şimşekler ona yalnızlığın ne olduğunu öğretmiş derler, alabildiğine bir bozkır. Bakımsız, verimsiz bir yerdeki lüzumsuz özgürlükmüş yalnızlık. 

Hayat da bir sivrisinek ısırığıymış sadece. Bazısı türlü kremler ve sıvılarla beter edermiş, mahvedermiş onu bazısıysa kaşıyarak ve küfrederek. Şaşırtıcı şekilde, asıl görmezden gelmek düzeltirmiş her şeyi. Yaşadığını görmezden gelmek yeterliymiş doyasıya bir yaşam için ama adam bunu nereden bilsin… 

Yine bir geceymiş o adam için, öyle der ahali. Yine zihninin nemli olduğu, tekrardan ciğerlerindeki yapraklardan nefes alamadığı, boynundaki kökler ve ellerindeki dikenlerden dolayı ölmek ya da öldürmek istediği… Adam çılgınca boğazını kaşırken komşusu birkaç baykuş söylenmiş arkasından, anlaşılan orman yine ziyarete gelmiş.  

Uyanık kabuslar, uyanık kabuslar bitiriyormuş onu. Ayakta kabuslar, ağlarken kabuslar, gülerken kabuslar… Hep bunlar getirecekmiş sonunu. Tırnak izleri, yaralar, kesikler… Hayır, hayır, sıcak… Pembeleşmiş, kızarmış derideki o sıcak, başından sırtına o sıcak. Su ulaştıramadığı ya da kendini boğamadığı yerdeki o kaynama, en ufak bir esinti için kıvranıyor, yalvarıyor, yardım dileniyormuş.  

Yakarışları çığlıkla değil; birkaç ışık oyunuyla, bir avuç çarpık gülüşle, biraz da güvenilmez yansımalarlaymış çünkü bilmiyormuş ne yapacağını ya da kime güveneceğini. Halbuki kendi zihninin ona yaptığını, kimse yapmaya cesaret bile edemezmiş. 

‘’Hayır, eder’’ demiş adam, kendinden bihaber, suçlayacak birini ya da bir şeyi mumla ararken ‘’Orman eder, o kalleş orman, her gece kapımı kırıp giren o orman. Bu yüzümü ve boğazımı parçalayan kökün sahibi o.’’ 

Her nefesi boğmaya başlamış onu, her bakışı kör ediyor ve her ses sağır ediyormuş onu artık. Güldüğünde kasları kasılıyormuş, aslında gülemediğini ona hatırlatırcasına ve ağlayışlarında gözyaşı yokmuş. İnanmadığı tanrıya dua ediyormuş bunun bitmesi için, yeter diye bağırmak istiyormuş ama sesi çıkmayı reddediyormuş, karşı geliyormuş ona artık. Kendi kendine yapabileceklerinin farkında olmayan adam ormanı suçlamaya devam ediyormuş. Orman da orman diyormuş artık. Volta atıyormuş bazen küçük evinin küçük yerlerinde, orman diyormuş başka da bir şey diyemiyormuş zaten.  

İnançsız adamın inancı gömülüymüş ruhuna. Sevgisiz adamın sevgisini tıkmışlar boğazından aşağı. Samimiyetsiz adamın samimiyetiyle gözünü oymuşlar. Yalancıymış, yalanıyla zehirlemişler onu. Vefalıymış da, vefasını bir tokat olarak dikmişler yanağına. Ağlakmış, gözyaşı kesip içine girmiş yüzünün. Gevezeymiş, dilini düğüm etmiş sözleri. Olamadığı şeylerle dolup taşan bir adammış, kısaca.  

Tabii dolan, şişip kabaran her şeyin bir gayzer gibi patlayacağını nereden bilebilirmiş. Suçlamak daha kolay gelmiş, delirmek ise bunun bir yan etkisi olup çıkmış, uyarısız hiçbir şeysiz… Kafasını bir yerlere vurmak, yorgunluktan bayılana kadar bir yerde volta atmak istiyormuş ama çim onu bir bataklıktaymışçasına çekiyorken ne yapabilirmiş ki. Kurtulmak için atamadığı çığlıklar boğazında donmuş ve bu da son darbe olmuş.  

Delirmeye başlamış her insanın yaptığı bir şey yapmış o da, mantıklı gelen bir şey. Baltasını almış ve yağmurda geceliği ile dışarı çıkmış. Sobası için yeterli odunu varmış, hayır. Odunları satmak için de kesmeyecekmiş elbet, varmış yeterli parası. Öfke varmış o baltayı tutan elinin her zerresinde ve bakımsız Arnavut kaldırımlardan ormana yürürken attığı her adım şevk veriyormuş ona. Kirli bir gülümseme varmış ağzında. 

Ormanın kutsallığından haberi yokmuş bu adamın, bir anne gibi kutsalmış orman halbuki, bir tanrı gibi… yaratan her şey kutsal olduğu gibi o da ilahiymiş. Bir anne kadar yanı başında ve bir tanrı kadar bağışlayıcıymış kullarına. Yine de gönüllüce dizleri üzerine çöktürürmüş her insanı, korkudan değil, kendinden büyük bir şeye kalbini açma ihtiyacıyla. 

Bu ihtiyacı hiç yaşamamış adam, yaşamışsa bile paslanmış artık duyguları ve içgüdüleri. Öfkesi asla paslanmamış ama, sürekli kıpırdanan bir şey nasıl pas tutabilirmiş zaten? Sakin adamın kendisi için yanan derin bir öfkesi varmış kendinin bile bilmediği yerlerde saklı, zehirlenmiş ama haberi yokmuş.  

Sonunda vardığında kaldırmış başını ve ormana bakmış. Kusmak istemiş. Başı dönmüş, dengesi bozulmuş ve midesi bir avuç kül yutmuş gibi olmuş. Sonra kaldırmış baltasını ve vurmuş önündeki ilk ağaca, birkaç karga uyanıp uçmuş uyarırcasına adamı, adamın umuru olmamış. Bir daha vurmuş baltayı, bağırışlar çığlıklar duyar gibi olmuş, umursamamış. Bir daha ve de. Kül varmış gözünde. Bir daha, bir daha. Kolu kalkıyormuş havaya ve bir daha. Sonuç getirmeksizin bir kez daha. 

Yeri göğü inleten çığlığını duyan olmamış. Tırnak geçirmiş havaya, elleri kanamış.  

Boş ruhu zaten gömükmüş hali hazırda, bir daha gömmüş, bir daha almış toprak ana onu içine ama bedeni ormana bağışlamış. Gök baba izlemiş adamın ölü bakışlarını ve almış gözlerini, bedeniyse ormana bağışlamış. Orman kardeşse almış acı aşk ve ağlamalarla dolup taşan o bedeni. Almış ve sarmış, artık birbirinden ayrılamazlarmış 

Ağaç olmuş. 

Orman olmuş adam, öyle der ahali. 

0 Yorum

Bir Cevap Bırakın

©2024 Öğrenci Teknoloji Takımı 2022 Emeği GeçenlerODTÜ GVO - BLOG

CONTACT US

We're not around right now. But you can send us an email and we'll get back to you, asap.

Gönderiliyor

Kullanıcı Bilgileriniz İle Oturum Açın

veya    

Bilgilerinizi Unuttunuzmu?

Create Account