“Akdeniz, Karadeniz karneleri isteriz!” nidalarıyla haykırıyordu herkes, şubat tatiline giriyorduk. Bir tek ben suspus olmuş bir şekilde dünyama çekilmiştim, konuşmuyordum, sadece arkadaşım olarak sayamayacağım sınıftakileri eleştiriyordum. Ayy Melis’in üzerindeki de ne, omzunda bir yırtık mı var? Okula bununla mı geliyor Osman, pazardan aldığı bir eşofman altıyla? İşte bu yüzden kimseyle konuşmuyordum, onlar benim şaşalı hayatıma sadece benim seçimimle girebilirlerdi. Ancak onlar kriterlerimin dışında kalmıştı.
Akşam olmuştu, karnem elimde bekliyordum göstermeyi ve ailemi güzel notlarımla mutlu ve aynı zamanda şaşırtmayı. Ne de olsa ikisi de yoğun iş hayatında böyle güzel şeyler görmelilerdi. Ama olmadı, onlar beni şaşırttı bu sefer. Şubat tatilinde çok yoğun olacakları için beni beyaz saçlı, pembe ve mavi puantiyeli elbisesi ile delidolu davranışları olan anneanneme götüreceklerdi. Kendini ve eşyalarını sakladığı yer buraya uzaktı, çok uzak. Ama kararlıydılar beni yol ne kadar uzak olsa da postalayacaklardı. Daha notlarımı gösterememiştim ki valizimi hazırlamaya odama gittim. İçine neler koyacaktım acaba? Dört sweatshirt, iki tayt… Yeni spor ayakkabılarım, çantam… Kolyelerim, bilekliklerim ve tabii annemin bana hediye aldığı saatim… Yoksa başka bir şeyler de mi eklesem? Kararsızdım. Ancak bunları düşünecek çok da günüm yoktu, sadece bir gün vardı o da bugün.
Hafif bir esinti vuruyordu yüzüme ama oldukça soğuktu, tıpkı yazın terlemişken bir top dondurmayı ağzıma atınca dişlerimde hissettiğim dondurucu soğuk gibi. Uçaktan bir karmaşa içinde iniyordu herkes bense yine yalnızlığım içinde herkesin inmesini bekleyip en son indim ve karşımda tonton anneannem vardı. O, beni çok özlemişti, ben de onu çok özlemiştim. Dakikalar boyunca sarılıp özlemimizi az da olsa dindirmeye çalıştık, yaz tatilinde beri görüşmüyorduk. Sıra anneannemin arabasıyla minik ve ona da ailesinden kalan eve gidip onun bensiz neler yaptığını ve nasıl anılar biriktirdiğini anlatmasına gelmişti. Hepsi de ayrı bir güzeldi, ayrı bir kokusu ve enerjisi vardı.
Tabii anneannemle geçirdiğim en muhteşem zaman ise aşçılık oyunlarıydı çünkü anneannem gençken aşçılık okumuştu ve şu an hala hünerlerini sergiliyordu. “Anneanne şimdi sırada ne var, tarifte ne yazıyor?” diye sordum heyecanla. Anneannem sırada aşure olduğunu söyledi. Hımmm, çok severim. Ona yardım edersem daha da güzel olacağını söyleyince daha da mutlu oldum. Anneannem bir yandan yoklama alan öğretmen gibi isimlerini saya saya malzemeleri tezgâha diziyordu: buğday, fasulye, portakal, elma, kayısı, ceviz… Aaa! O da ne! Şeker az mı kalmış? Kıkırdayan bir ses tonuyla dönüverdi bana:
Güzel torunum sırada şeker var ama evde kalmamış. Sen bir koşu gidip Ahmet Amca’dan
Ben!
Evet Niye bu kadar şaşırdın ki?
Anneanneciğim yapamam ben! Hem ne diyeceğim şimdi? Tanımıyorum. Kimdir, ne der? Ben
Komşum o Niye çekiniyorsun ki? Burası sizin oralara benzemez. Hem ne demişler, “Komşu komşunun külüne muhtaçtır.”
Hiç hoşlanmamıştım bu durumdan. Ama anneanneme de sesim çıkmazdı. İstemeye istemeye çıktım dışarı. Tanımadığım birinden bir şey isteyecektim. Yan bahçeye geçtim. Sanki o da bu anı bekliyormuş, beni yıllardır tanıyormuş gibi karşıladı. “Gel bakalım güzel kız, sen Ayşegül’ün torunusun değil mi?” Ben yanıt vermeye fırsat bulamadan “Annene çok benzemişsin. Buraya taşındığımızda annen de sen yaşlardaydı.” Konuşuyordu, eskilerden anlatıyordu. Ben ne ara şekeri isteyebildim, o bana ne ara getirdi anımsamıyorum bile. Ahmet Amca benim nadiren okuduğum kitaplardaki gibi değildi; aksi, sinirli, baştan savmak için konuşan biri değildi, sempatikti hatta benimle konuşmaktan zevk alan insanlardan biri gibiydi.
Sonraki saatler anneannemin mutfakta sabırla tüm malzemeleri birleştirmesi ve benim ona yamaklık yapmamla geçti. İlk defa yaptığım şeylerden biri de bahçedeki ceviz ağacına çıkıp ceviz toplamaktı. En son saymayı bırakmıştım ama yere düşme sayım ondan fazlaydı. Bir tek burada da bitmiyordu olay bir de onları ayıklayacaktım o yumuşacık kremli ellerimle… Ama pes etmemeliydim.
Aşurenin kokusu yavaş yavaş ortalığa yayılmaya başlamıştı. Kaseleri dolabın üst rafından indirme işi yine benimdi tabii. Sonra narları ayıklama, bademlerin kabuğunu soyma… Öğleye doğru aşure hazırdı, dağıtılacak bir hale gelmişti. Hazırlığında bu kadar emek harcadığım aşureyi komşulara ben dağıtmak istedim. Tepsilere süslenmiş, pırıl pırıl aşure kaselerini yerleştirdik. Başta söylenmiştim ama şimdi dağıtmak için sabırsızlanıyordum galiba. Mahalledeki her eve uğrayıp herkesten güzel dualar ve sözler duymuştum, mutlu etmişti bu beni. Eve döndüğümde ise anneannem çok yorulduğunu söyleyip kanepesinde kıvrılıp uyudu. Ben de karşı kanepeye oturdum. Telefonuma saatlerdir bakmamıştım. Whatsapp mesajları yığılmış; Aslı diğer kızlarla alışveriş merkezine gitmiş bir fotoğraf paylaşmış, Gamze aileyle kayaktaymış. Engin yeni çanta almış, Cansu… Uyumuşum. Anneannemin “Çay hazır kızım, hadi içelim.” sesiyle uyandım.
Bugün anneannem sayesinde farklı bir hayatı tanımıştım. Oysa ben buraya her sene gelirdim ama bu sefer daha farklı duygular sarmıştı beni. Anneannem bana hayatı anlatmıştı. Saygıyı, sabrı, emek vermeyi, yardımlaşmayı… Daha başladığımız andan itibaren düzenli olmayı öğretmişti aslında, tarife harfiyen uyup etrafı dağıtmayacaktık.
Buradan ayrılmama az zaman kalmıştı. Ne güzel de zaman geçirmiştik oysa. Çabucak bitiverdi. Ayrılırken onu çok sevdiğimi söyledim. O da bana sarıldığında “Aşureler hayat gibidir tatlım.” dedi. Önce ne dediğini anlayamamıştım. “Hayatta tuhaf, anlamsız, tek başına bir şey ifade etmiyormuş gibi gelen bazı şeyler vardır. Üzüntüler, sevinçler, hedefler, kırgınlıklar… Sen bunları zihnine ve yüreğine ne kadar alırsan, öyle yaşarsın hayatı. Bir fazla kaçtı mı denge bozulabilir.” Sonrasında jeton düşmüştü; öğrendiğim bu beceriler ve yaşadığım bu duygular yapboz yaparken kenarları bulmak veya en önemli parçaları bulmak gibi hayatın bir parçasıydı. Hem de yeri bir yapboz parçasından ötedeydi.
Şimdi sıra en zor olana gelmişti, vedalaşmaya. Hayatım boyunca belki de her yaz ve kış tatillerinde buraya gelirdim ve hayatımda hiçbir şey değişmeden geri dönerdim. Ama bu sefer farklıydı; hayatıma baktığım açı değişmişti. Örneğin, buraya ilk geldiğimde her zaman yaptığım gibi burada tanıştığım ve sohbet ettiğim herkesi küçümserdim
maddi durumlarına göre, şimdi ise onların giyim tarzlarını, maddi durumunu veya dış görünüşlerini önemsemiyorum bile. Önemli olanın insanın iç güzelliği olduğu öğrendim ve bunları da biricik anneannem sayesinde öğrenmiştim. Tam anneanneme bunları anlatırken o da şunları ekledi: “Benim güzel yavrum, öğrettiğim şeyler sadece sözünde kalmasın, arkadaşlarına, ailene ve çevrene yansısın ve artık gitme zamanı geldi okulun açılıyor. Yaz tatilinde tekrar görüşmek üzere.” dedi hem mutlu hem de mutsuz bir ses tonuyla.
Daha bir ay geçmemişti ki vedamızın üzerinden yalnızlığım kalmamıştı. Hatta sadece yalnızlığım değildi kalmayan üzüntüm, şımarıklığım da kalmamıştı. Anneannemin süper aşuresi huyumu da suyumu da değiştirip arkadaşlarımın gözünde bir yere sahip olmamı sağlamıştı. Ve bu şekilde güzel arkadaşlıklar ve bağlar kurup hatırlanacak bir iz bırakmaya çalışmıştım üzerlerinde.
COVID 19’U YOK ETSEM Bir üflesem Maskeleri,kolonyaları dağıtsam, İnsanları covid 19’dan korusam. Bir üflesem Aşıları Türkiye’ye getirsem, Türk milletini...