KARANLIKTAKİ IŞIK…

Birkaç gün önce beni hayvanat bahçesine götürmek üzere Antarktika’dan getirdiler. Trende yolculuk ederken pencereyi tam olarak kapatmadıklarından kaçmıştım. Bildiğim tek şey dışarı çıkıp aileme dönmek istediğimdi. Pencereyi açık görünce de kilidimi pençemle açıp pencereden atladım. Şimdiyse sokaktayım, bembeyaz tüylerimle insanların beni fark etmesi kaçınılmaz. Nasıl oluyor bilmiyorum ama tüylerim, ortama göre renk değiştiriyor. Birden bir çocuğun bana “Gel, pisi pisi.” demesiyle yerimden fırladım ve çalıların arasına saklandım. Bu olay benim için alışılmadık bir şey değildi aslında. Çoğu zaman yetişkinler dahil herkes beni kedi sanırdı. İç çekip başımı, patilerimin arasına koydum ve kendimi gecenin tehlikeli kollarına bıraktım.

Gözlerimi açtığımda bir kamyonetteydim. Şaşkınlıkla etrafıma bakıp durumu kavramaya çalıştım. Acaba tekrar hayvanat bahçesine mi götürülecektim? Hayır, bu olanaksızdı beni yakalamak için yaklaştıkları anda -Gözlerimin aksine kulağım ve burnum çok hassastır- uyanırdım. Boynumda bir ağırlık hissettim. Baktığımdaysa üstünde “Nicolas” yazan bir tasma gördüm. Kaçtığım anda onu kemirip koparmıştım, sanırım onu bulmuşlar. Tekrardan etrafıma baktım. Bir sürü kafes vardı ve birisinin içindeyse… “Lilly!” diye bağırdım. Kardeşim bana baktı ama cevap vermedi. Şoke olmuştum. Nasıl burada olabilirdi? Onun avcılar tarafından öldürüldüğünü kendi gözlerimle görmüştüm. Kalp atışlarımın hızlandığını hissettim. Kulağıma ayak sesleri gelmeye başladı ama sanki başka dünyadan geliyor gibiydi. Kalp atışlarım daha da hızlandı, artık ayakta duramıyordum. Her yer karanlığa boğuldu, duyduğum son şey bayıltıcı okun sesiydi.

Nefes nefese uyandım. Çalıların arasında, uyuduğum yerdeydim. Sakinleşmek için yanımdaki su birikintisinden su içtim. Yine uyku nöbetlerimden biriydi büyük ihtimalle. Gök gürültüsünü duydum ve yerimden fırladım. Hayatımda ilk defa böyle bir şeyle karşılaşıyordum. Çalıların arasına girip patilerimle kulağımı kapadım. Bu ses kulağım için fazla gelmişti. Gizemli sesin ardından yağmur başladı ve bir şeyden emin oldum. Bütün yaşamım boyunca -tabii yakalanmazsam eğer- bu çalının altında yatmayacaktım herhalde. Kendime yuva yapmalıydım. Yuva yapmak için uygun bir yer aradım. Gözüme bir yer takıldı. Eğimli bir araziydi. Buraya topraktan geniş bir yeraltı tüneli yapabilirdim. Hemen kazmaya başladım. Yağmur, toprağı çamur hale getirerek bana hiç yardımcı olmuyordu. O yüzden bir katman daha yaptım. Canla başla tüneli genişletmeye çalışırken bir kuş sesi duydum. Yere inmişti ama bana bakmıyordu. Yerdeki solucana odaklanmış gibiydi. Yavaşça yaklaştım. Yumuşak patilerim sayesinde hiç ses çıkarmıyordum. İlerlemeye devam ettim. Şimdi kuşa çok yakındım. Bu mesafenin yeterli olduğunu düşünüp kuşu avladım. Kuşu hemen yeni yuvama koydum. Onu yemek için değil, kışa hazırlık yapmak için avlamıştım. Yere doğru bir çukur kazdım ve bozulmaması için oraya yerleştirdim. Bunun gibi bir sürü yiyecek avladım ve çukura yerleştirdim. Koymadığım avı yerken gelen bir ses yüzünden irkildim. Evet, buradan durmadan insanlar geçer ama bu adım sert bir adımdı. Sanki beni yuvamdan kaçıranlar gibi… Çıkmak için yeltendim ama adımlar çok yakındı. Köşeye sıkışmıştım. Bir el, yuvama girip bana uzanırken adamın bacakları arasından geçip koşmaya başladım. Kalbim hızlanmaya başladı koştukça daha da hızlanıyordu. Birden her yer karanlığa boğuldu. Ayakta bile duramıyordum, son duyduğum şey, bayıltıcı okun sesiydi. Kabusum, gerçek olmuştu…

Nefes nefese uyandım. Neler olduğunu anlamam için biraz zaman geçmesi gerekti. Kafesteydim. Pençemle açamayayım diye kilit uzağımdaydı. Rüyamdaki gibi etrafımda kafesler vardı ama Lilly yoktu. İçimde üzüntü biriktiğini hissettim. “Üzülmenin sırası değil Nico.” dedim kendi kendime. Çıkış yolları aramaya başladım. Pencere kapalıydı, kilit uzağımdaydı. Kaçış yolu yoktu. Ümitsiz bir şekilde oturdum. Yanımızdaki insanların zafer nidaları kulağımda çınlıyordu. Kulaklarımı patilerimle örttüm ve kaderimi paylaşmış olanlara baktım. Muhtemelen onlar da benim gibi kaçmışlardı ama yakalanmışlardı. “Belki iletişim kurabilirsek buradan kaçabiliriz.” diye düşündüm. Nasıl iletişim kurmayı planlıyordum ki? Birbirimizin dilini bile bilmiyorduk. Yavaşça kafeslere göz gezdirdim. Aslına bakarsanız çok fazla kafes yoktu ama fazlasıyla ürkütücü hayvanlar vardı. Kaplanlar, kurtlar, sivri pençeli kartallar… Bir şeyin beni dürtmesiyle düşüncelerimden sıyrıldım ve arkama baktım.  Bembeyaz tüyleriyle karşımda benim gibi bir kutup tilkisi duruyordu. Gözlerim üzerinde “Foxy” yazan tasmasına kaydı. O da benim yaptığım gibi benim tasmama bakınca “Nicolas” yazan tasmanın yalnızca “Nico” kısmı görünecek şekilde bir kısmını patimle kapattım. Foxy anlamışçasına uludu ve çekingen bir şekilde bana baktı. Onunla iletişim yolu bulmalıydım, belki buradan kaçabilirdik. Trenin aniden durmasıyla ikimiz de tökezledik ve bir adam kafesi kaldırarak bizi dışarı çıkardı. Dışarı çıktığım anda gözlerime inanamadım. Önümde çok büyük bir kafes duruyordu ve yuvama -Antarktika’ya- öyle benziyordu ki… Bütün zemini karlarla kaplıydı ve en önemlisi soğuktu. Hayatımda ilk defa bulunduğum yerin soğuk olduğundan memnun olduğumu hissettim. Adam kafesin önünde durdu ve kafesin kilidini açtı. Patilerim kara değer değmez rahatladığımı hissettim. Foxy de benden farklı değildi sanırım, karlarda yuvarlanışından bunu anlamam zor olmamıştı. Bir adam girince bir ağaca tırmandık ve adamın çıkmasını bekledik. Birkaç somon bırakıp çıktı. Foxy ve ben buna alışık olmadığımızdan şaşkınlıkla somonlara baktık. Foxy yavaşça ağaçtan indi ve somonlara doğru ilerledi. Ben de onu taklit ettim. Yemekleri midemize indirdik ve bir ağacın yanına kıvrılarak uyuduk.

Günler günleri kovaladı ve hiçbir değişiklik olmadı. Her gün bir adam bize somon getirip çıkıyordu ama ne ben ne de Foxy bunları yiyorduk. İkimiz de özgürlüğü özlemiştik. Bir gün sıkıntıdan parmaklığın yanını eşelerken kafesin zemininde küçük bir delik buldum. Daha net görebilmek için daha fazla kazdım. Ne yapmaya çalıştığımı anlayan Foxy yanıma geldi ve bana yardım etti. İşimiz bitince dikkatle deliğe baktım. Bizim geçebileceğimiz boyutta değildi ama deliğin etrafı çürüktü ve oldukça hassas görünüyordu. Birkaç pati darbesiyle kırıldı ve geçebileceğimiz boyuta ulaştı. Foxy’nin günlerdir gülmeyen yüzü ışıldadı. Ben de en az onun kadar mutluydum ama insanların bizi görmelerinden endişelenmiyor değildim. Bundan dolayı deliği yapraklarla kapattım ve burnumla güneşi işaret ettim. Bu gece kaçacağımızı ima etmeye çalışıyordum. Foxy kafasıyla onayladı, bu geceyi sabırsızlıkla beklediği gözlerinden okunuyordu.

Gece olduğunda Foxy’nin beni dürtmesiyle uyandım. Yavaşça doğruldum ve kendime gelmeye çalıştım. Foxy’nin sabırsızlıkla beni hafifçe ısırması, beni kendime getirdi. Birlikte deliğe doğru ilerledik ve deliği derinleştirdik. Artık delik değil, tüneldi. Çıkış tüneli, özgürlük tüneli… Heyecanla genişletmeye devam ettik, bu yaptığımız yuva yapmaktan farksızdı, o yüzden çok zorlanmadık. Derinliğin yeterli olduğunu düşünerek ilerledik. Foxy’e “Hazır mısın?” der gibi baktım. Burnuyla güven verircesine beni dürttü ve yukarı çıktık. Yukarısı, güvenlikler haricinde tenhaydı. Gölgeleri kullanarak saklanırsak güvenliklerin ruhu duymadan kaçabilirdik. Foxy’e bunu anlatmanın bir yolunu bulmaya çalışırken Foxy gölgeleri kafasıyla işaret etti. Gülümsedim, hayatımda ilk defa biri beni tam olarak anlıyordu. Yavaşça ilerledik ve gölgelerden geçtik. Duvara yakın bir ağaca tırmanıp özgürlüğe atladık. İlerideki ormana doğru koştuk. Çok şanslı olduğumu hissettim. Yuvamı bulmak için gideceğim bu çetin yolda güvenebileceğim bir yol arkadaşı bulmuştum. Birlikte karanlığa karıştık. Tıpkı karanlıktaki ışık gibiydik…

BEREN KALYONCU

6-G 1189

0 Yorum

Bir Cevap Bırakın

©2024 Öğrenci Teknoloji Takımı 2022 Emeği GeçenlerODTÜ GVO - BLOG

CONTACT US

We're not around right now. But you can send us an email and we'll get back to you, asap.

Gönderiliyor

Kullanıcı Bilgileriniz İle Oturum Açın

veya    

Bilgilerinizi Unuttunuzmu?

Create Account