Fazlasıyla yüceltilen bir sürdürülebilir kavram geri dönüşüm. Kullandığımız çeşit çeşit plastik atığı yeşil renkli bir kutuya atınca etkisi sıfırlanıyormuş, doğayı kurtarıyormuşuz gibi bir algı, bir çeşit vicdan rahatlığı yerleşiyor içimize. O plastik şişe şimdi geri dönüşüm tesisine girecek ve yepyeni bir şişe olarak göz açıp kapayıncaya kadar geri dönecek raflara, yeni petrol kullanılmayacak, daha fazla kirlilik, gereksiz enerji kullanımı açığa çıkmayacak değil mi? Bu kadar basit, sancısız ve masum bir süreç olacak. Biraz daha derinine inip baktığımız zaman, renkli bir çöp kutusuna çöpümüzü atmamızın dünyayı kurtaramayacağını açık ve net bir şekilde görüyoruz. Hali hazırda bütün iklim değişikliği ve küresel sorunların yükünün bunun asıl sorumlusu olan büyük sektörler ve devletler tarafından kişi üzerine yüklendiği günümüzde, yine devamlılığı ve sürekliliği sağlanması zor bir yöntem olarak kalıveriyor.
Neden işe yaramadığından bahsedecek olursak, içimizin dışımızın-gerçek anlamda- plastik olduğu şu dönemde, plastik kullanımı ve üretimi kaçınılmaz. Kişi, çapında önlemler alsa bile, büyük sektörlerin kullanım miktarının yanına bile yaklaşamıyor. Aynı zamanda, geri dönüşüm tesislerine gönderilen atıkların sadece %9’u geri kazandırılabiliyor. Kalanı nereye? Doğruca çöplüklere, toprağa, alevlerin içine ve suya gidiyor tabii. Sanayi devriminden bu yana üretilen 8.3 milyar ton plastiğin 7.6 milyar tonu bir daha kullanılmamak üzere terk edildi demek oluyor.
Peki, biz bütün iyi niyetimizle çöplerimizi ayırdığımız halde neden işe yaramıyor? Plastik sektörünün kendisi suçlu olarak görünüyor. Plastiklerin yolu bir tesise düştüğünde, özenle analiz edilmeleri, ayrıştırılmaları, hammadde haline getirilmeleri ve üreticilere satılmaları gerekiyor ki, bu, ne çevre, ne cüzdan açısından kârlı bir süreç anlamına gelmiyor. Hatta, bu plastiklerin %90’a yakını geri dönüştürülebilecek durumda bile olmuyor, farklı çeşit plastiklerden katmanlarla üretilmiş olan ürünlerin (MLP) ayrıştırılması için gereken teknoloji ya mevcut değil, ya da oldukça masraflı. Ayrıca, çoğu zaman geri dönüşüm için kullanılan kaynak ve enerji miktarı, saf maddeden üretmeye göre oldukça daha fazla oluyor; bu da aslında ortaya çıkan ekolojik ayak izimizde yüceltildiği gibi mucizevi bir düşüş olmadığını gösteriyor.
Bununla birlikte, geri dönüşümün yetersizliğini bir kenara bırakacak olursak, asıl sorun bu işlemi gerçekleştirirken olan felsefemizden kaynaklanıyor. Herkes için geçerli olmasa bile, geri dönüştürürken amaç, çevreden çok kâr etmek anlamına gelebiliyor. Amacımız gerçekten çevreyi korumaksa, nihai hedefimizi kökten değiştirmemiz gerekiyor. Şuan içinde olduğumuz doğrusal ekonomi sisteminde, onca çöpe sırt dönmek çok daha kolay geliyor. Bizim yapmamız gereken ise, üretim ve geri dönüşüm sektörüne üreticiden tüketiciye kadar bir bütün olarak bakmak ve çevre üzerindeki bedelini anlayıp ekonomik ve finansal değişiklikler yapmak, bir ürüne/hizmete çevreye karşı ödenen bedele göre fiyat biçmeye başlamak; ki maddelerin geri kazanımı daha çekici hale gelsin.
Özetleyecek olursak, bu köklü değişiklikleri dünya devlerine tek başımıza yaptıramasak bile, kendi çapımızda yapabileceğimiz oldukça basit değişikler de var. En önemlisi, geri dönüşümü değil, en başta az atık çıkartmayı öncelikli kılmak. Bu ise biraz araştırma, değişiklik ve kararlılık ile mümkün oluyor. Fakat şahsen ben, toplumsal hareketlerin kişisel adımlardan çok daha önemli olduğunu düşünüyorum. Aldığımız bir ürünü değiştirmek yerine, eylemleri, projeleri desteklemek, böyle bir çoğunluk içerisinde bulunmak daha köklü değişikliklere yol açabiliyor. Hem sorun, hem çözüm, bir çöp kutusundan oldukça daha derine iniyor.
KAYNAK: https://blog.repurpose.global/the-recycling-paradox/