İKİ KARDEŞ
Sevgi ve barış. Çok geniş iki kavram. Bazen hayatımızın her yerinde varlığını hissettirir, bazense hayatımızdan uçup gider ve bizi karanlıkla baş başa bırakır. İki kardeş arasında da durum böyleymiş. Hiç anlaşamazlarmış. Aralarındaki sevgi ve barış zamanla uçup gitmiş. Yerini karanlığa bırakmış.
Köyde yaşayan bu iki kardeş zorunlu kalmadıkça iletişim bile kurmaz olmuşlar son zamanlarda. Bir kış gün yine zorunluluktan odun kesmek için ormana birlikte gitmeleri gerekmiş. Biraz söylenerek biraz da atışarak çıkmışlar yola. Ama bilmedikleri bir özelliği varmış bu ormanın. Yüzlerce yıl önce bu ormandaki ağaçların tohumunu bilge bir adam atmış. Atarken de tohumlara sevgi ve barış tılsımları fısıldamış. Bu sebepledir ki bu orman kötü sözü, kavgayı, inatçılığı hiç sevmezmiş. Ormanın ruhu kötü söz söyleyenleri, kavga edenleri hep cezalandırırmış.
İki kardeş bilmeden girmişler ormana. Ama ne giriş? İlk ağaca balta bile vuramadan başlamışlar tartışmaya. “Sen mi kesersin ben mi keserim?”, “Benim ağacım senin ağacın.” derken tartışma dönüşmüş kavgaya. Farkında bile olmadan ilerlemişler bu sırada derinlere ormanda. Onlar kavga edip birbirlerine kötü sözler söyledikçe köpürmüş ormanın ruhu. Kaybolduklarını fark ederler de kavgayı bırakırlar diye değiştirmiş yolları, kaybolmalarını sağlamış. Ama ormanın bu küçük cezası onların kavgalarına ara vermeleri bir yana daha da alevlendirmiş kavgalarını. Birbirlerini suçlamışlar kaybolunca. Kötü sözleri bıçak gibi fırlatmışlar kalplerine. İki kardeşin sevgisizliği ve karanlığı karşısında iyice sinirlenmiş ormanın ruhu. Hiçbir insana vermediği cezayı vermeye karar vermiş bu iki kardeşe. Karanlık olup sarmış etraflarını. Birinci kardeşi kullandığı sözler kadar çirkin bir canavara çevirmiş, ikinci kardeşiyse hakaretleri kadar zehirli bir yılana. Ne olduğunu anlayamamış başta kardeşler. Karanlık çekilince görmüşler birbirlerini. Sonra hatırlamışlar ninelerinin anlattığı masalları, anlamışlar hatalarını. Yalvarmışlar, seslenmişler ormanın ruhuna ama ne çare? Cevap gelmemiş ormandan. Umutsuzca koyulmuşlar yola. Bir kulübe çıkmış karşılarına. Çalmışlar kapıyı, kapı kendiliğinden açılmış. Bakmışlar içeride biri gözlüklü biri fularlı iki kurbağa konuşuyorlar birbirleriyle. Birinci kardeş seslenmiş kurbağalara:
– Merhaba, bize yardım edin lütfen. Karanlık geldi, beni canavara kardeşimi de yılana dönüştürdü. Bilginiz var mı bu karanlık hakkında.
Gözlüklü olan kurbağa küçümseyerek bakmış kardeşlere.
– “Evet, bilgimiz var. Hatta sizi kurtaracak olan da bizde.” demiş.
Heyecanla atılmış ikinci kardeş:
– Söyleyin bize ne olur, nedir bizi kurtaracak olan?
Fularlı kurbağa yanıtlamış bu sefer:
– Sizi kurtaracak olan bu düğme. Yalnız bu düğme ormanın batı tarafındaki yaşlı söğüdün gölgesinde basarsanız çalışır. O söğüde gitmek içinde bataklığı geçmeniz gerekir. Altın suyun kenarında göreceksiniz yaşlı söğüdü. Bataklık bekçisine haraç vermeniz gerekecek geçmek için haberiniz olsun.
Teşekkür edip çıktılar kulübeden iki kardeş. Batıya doğru yürümeye başladılar. Bir yandan da yolda bataklık bekçisine ne vereceklerini düşündüler. Para vermeyi teklif etti birinci kardeş, altın vermeliyiz dedi ikinci kardeş. Kısa zamanda vardılar bataklığa. Eski bir teknenin başında buldular bekçiyi. Birinci kardeş cebinde sakladığı parayı uzattı önce.
– “Olmaz.” dedi bekçi. İkinci kardeş koynunda sakladığı altını uzattı sonra.
-“ Olmaaz.” dedi bekçi. “Ne istersin?” diye sordu kardeşler. Gülerek yanıtladı onları bekçi:
– En güzel anınızı verin bana.
Şaşırdılar iki kardeş bu cevaba. Ne para ne de altın istemiyordu bekçi. Baktılar birbirlerinin gözlerinin ta en derinine. Aradılar en güzel anıyı. Sonra hatırladı ikinci kardeş nehrin kenarındaki çimenlerin üzerinde koşup oynadıkları o güzel pikniği. Birinci kardeşin gözleri parladı ikinci kardeş anıyı anlatırken çünkü hatırlamıştı o da kış günlerinde karların üstündeki eğlencelerini. Aldı sözü anlatmaya devam etti. Anlattıkça hatırladılar, hatırladıkça anlattılar. Bekçi gülümserken ağlıyordu iki kardeş bittiğinde güzel anılar. Hatırlamışlardı en güzel anıyı anlatırken birbirlerine olan sevgilerini. Bataklık bekçisi geçmelerine izin verdi.
Devam ettiler yollarına. Bir süre sonra altın suyun güneşte parlaması gözlerini kamaştırınca anladılar yaşlı söğüde geldiklerini. Yaşlı söğüdün bilge ve güzel görüntüsü karşısında şaşırdılar ve çok etkilendiler. Hemen girip gölgesine el ele tutuştular birbirlerinden güç alırcasına. Yaptıkları tüm kavgalar, söyledikleri tüm kötü sözleri için özür diledi birinci kardeş ikinci kardeşten.
– “Affet sen de beni, çok üzdüm seni. Ne çok sevdiğimi artık hatırladım kardeşimi.” diye yanıtladı ikinci kardeş onu.
Sarılıp ağlaştılar söğüdün gölgesinde bir süre. Pişmanlıkla yandı yürekleri. Ne çok üzmüşlerdi hem birbirlerini hem anne babalarını. Aynı canı paylaştıklarını unuttukları için ormanın onlara verdiği bu cezayı hak ettiklerinde karar kıldılar. Düğmeye basmayıp onu altın suya attılar. Dalgalandı altın su köpürdü önce sonra bir balık çıkageldi konuştu sakince:
– “Birbirlerine kötü sözler söyleyip, sevgilerini kaybeden iki kardeş siz misiniz?”
-“Evet, biziz.” diye yanıtladık kardeşler.
– “Ormanın ruhu gördü pişmanlığınızı, onayladı barışınızı. Verdiği cezayı geri aldı. Sevginin olduğu her yerde merhamet de vardır. Unutmayın bir daha birbirinizi ne çok sevdiğinizi.” diyerek gözden kayboldu balık.
Tatlı bir esinti savurdu kardeşlerin saçlarını, esintiyle birlikte bir uyku esir aldı onları. Yaşlı söğüdün gölgesinde el ele teslim oldular uykuya. Uyandıklarında ellerinde balta ormana girip ilk kavga ettikleri yerde açtılar gözlerini. Anlayamadılar başta ne olduğunu. Bakınca gözlerine anladılar aynı şeyi düşündüklerini. Koşup sarıldılar birbirlerine. Bir kez daha özür dileyip söz verdiler kavga etmeyeceklerine. İki kardeşin hikâyesini dinleyen kimse bilemedi gerçekten yaşandı mı bu olay yoksa iki kardeş aynı rüyayı mı gördü. Ama hepsinin vardığı sonuç aynı oldu. Sevginin aşamayacağı, barışın çözemeyeceği hiçbir şey yoktur.
DERİN ÇAĞLAR
Tags: Edebiyat

