Kendi Cümlesini Unutan Adam
Kimse Mert’in Elif’e nasıl baktığını unutamazdı.
Bir göz göze gelişti o, benzersiz ve… Sanki zamanın ipi kopmuştu da, Mert’in dünyası Elif’in gülüşünde yeniden örülüyordu. Okul bahçesinde, kalabalığın ortasında bile gözleri hep onu arardı. Elif, Mert için neyin doğru neyin eksik olduğunu unutturan bir güzellikti. Ama bu güzellik makyajla, kıyafetle değil… konuşurken gözünün ucuyla bakmasında, kitap okurken sayfanın köşesini kıvırmasındaydı.
İlk başlarda her şey öylesine doğaldı ki sanki hayat yıllardır bugünü bekliyordu.
Birlikte çay içtikleri ilk gün, Mert bardağını ters çevirip fal bakmaya kalktı. Elif kahkahayla güldü, “Kahve olmadan fal olmaz,” dedi. Ama baktı yine de. “Kalbin yorgun, ama umutlu,” dedi gülerek. Mert, o gülüşte bir ömür kalabilirdi.
Zaman geçti. Parklarda yürüyüşler, yağmur altında kısa koşular, sınav çıkışı sessizce birlikte oturdukları banklar… Her ân bir film karesi gibiydi.
Ama her film gibi bu da bir yerde durağanlaştı.
Mert bir gün, Elif’in doğum günü için ne söylemesi gerektiğini düşündü. Cümleleri kafasında dönüp durdu ama hiçbiri yeterli gelmedi. O an, telefonundaki bir uygulamayı hatırladı. “Asistan” diye basit bir şey. Konuşmaları analiz ediyor, öneriler veriyordu. “Sürpriz cümleler” yazıyordu, “Etkili duygusal tepkiler” öneriyordu.
O gün Elif’e şöyle yazdı: “Seninle geçen her gün, algoritmaların çözemeyeceği bir mucize gibi.” Elif okudu, hafifçe gülümsedi. Ama Mert o gülüşü tam okuyamadı. Beğendiğini düşündü. Beğenilmeye layık bir cümle olduğunu biliyordu. Ne var ki Mert kendi çabasıyla bu tarz bir cümle kuramayacağını da biliyordu. Mert yapay zekadan türettiği cümleleri daha edebi buluyor, bu cümlelerle daha kaliteli bir insan gibi göründüğünü hissediyordu.
Asistan, her gün biraz daha Mert’in yerine geçti.
Elif, Mert’in duygularını zamanla yapay bulmaya başladı ancak ona beni eskisi gibi sevmiyor musun diye de soramadı. Elif bu durumun azalan sevgiden kaynaklandığını düşünüyordu. Durduk yere sıradanlaşamazdı sözler, ağızdan çıkan cümlelere bu kadar kayıtsız kalamazdı gözler. Gözler, gözler… Mert ve Elif tartıştıkları bir akşam Mert üç kelimelik cevap vermek yerine Asistan’a yazdı:
“Onu kırmadan nasıl cevap verilir?”
Ve ekranda beliren cümle şu oldu:
“Seni anlamaya çalışıyorum ama hislerin bu kadar karmaşıksa benim için de zor oluyor.”
Elif cevap vermedi. Uzun bir sessizlik oldu.
Sonra sadece şunu söyledi:
“Bu senin cümlen değil.”
İlk çatlak orada oluştu.
Sonra o çatlaklar büyüdü.
Mert’in mesajları daha düzgün, daha planlı ama daha soğuktu artık.
İçinden geldiği gibi yazamaz olmuştu. Çünkü “gelen” duygular, uygulamayla uyuşmuyordu.
“Önce yazayım, sonra onaylatırım,” demeye başlamıştı.
Ama Elif, önce o duyguyu, sonra cümleyi isterdi.
Bir gün, parkta otururken Elif başını çevirdi ve dedi ki:
“Bazen yanımda biri değil de… bir cihaz taşıyorum gibi hissediyorum.”
Mert cevap vermedi.
Çünkü o cümleye hazır bir öneri yoktu Asistan’da.
Sessizlik… ilk kez boğazına kadar yükseldi.
Ertesi hafta, Elif bir not bıraktı.
Basit, ama yüreği yakan cinsten:
“İnsanı sevmek, onunla hata yapabilmeyi göze almaktır. Sen hep doğru cümleyi seçtin. Ama ben senin yanlışını bile özleyeceğim.”
Gitti.
Hiçbir sistem bunu ön görememişti.
Günler sonra Mert aynaya baktı.
Gözlerinde Elif’in izi, ellerinde hâlâ yazmadığı cümleler.
Birini sevmişti; delicesine, gözü kara.
Ama korkmuştu. Yanlış yapmaktan, yetersiz olmaktan…
Ve bu korkusunu teknolojiyle örtmeye çalışmıştı.
İnsan bazen en güzelini kaybederken fark eder nerede kırıldığını.
Mert de o gün anladı:
Asıl kaybettiği şey, kendi sesiydi.
Söylediği son cümle kendi kalbinden çıkmayınca,
Elif’in kulağı da susmuştu.
Ve artık o cümleler geri dönmeyecek kadar yabancıydı.
Mehmet Ali Doruk
Tags: Edebiyat